1- Vergi Dairesinin Haciz Bildirisine Karşı Menfi Tespit Davasında Görevli Mahkeme
Asıl kamu borçlusunun borcu nedeniyle, asıl borçlunun alacaklı olduğu değerlendirilen üçüncü kişilere 6183 sayılı Kanunun 79. maddesi uyarınca haciz bildirisi gönderilebilir. Haciz bildirisini tebliğ alan üçüncü kişiler 7 gün içerisinde haczin tatbik edilemediği ve bildiriye itiraz edildiği yönünde Vergi Dairesine beyanda bulunarak, haczin tatbik edilememesine ilişkin sebeplerini (ödeme yapılmış olması, sözleşmenin feshedildiği, borcun kalmadığı vs.) bildirmek zorundadır. Aksi takdirde borç şekli anlamda kesinleşir ve üçüncü kişi aleyhinde ödeme emri düzenlenir. Ödeme emrine karşı Vergi Mahkemesinde 15 gün içinde iptal davası açılması mümkün ise de bu dava eldeki yazının konusu değildir.
Haciz bildirisine 7 günlük sürede itiraz edemeyen üçüncü kişiler, borcun şekli anlamda kesinleşmesinden kaynaklanan hak kayıplarını bertaraf etmek ve haciz bildirisini tebliğ aldıkları tarihte asıl kamu borçlusuna borçlarının bulunmadığını ispat etmek amacıyla Asliye Hukuk Mahkemesinde menfi tespit dava açabilirler. Fakat bu davada ispat yükü davacı taraf üzerinde olacaktır. Davacı tarafın salt tahsilat makbuzları, ibraname ve geriye dönük olarak her zaman düzenlenmesi mümkün belgeler ile borcunun bulunmadığını ispat etmesi detaylı incelemeye tabii tutulmalıdır.
2- Asıl Vergi Borçlusunun da Haciz Bildirisi Gönderilenin de Tacir Olması ve Ticaret Mahkemesinin Görevine İlişkin
2.1. Üçüncü Kişi Tacir Olsa da Görevli Mahkeme Asliye Hukuk
Üçüncü kişi tarafından açılan menfi tespit davalarının “genel mahkemelerde” açılması gerektiği AATUHK madde 79 hükmünde açıkça belirtilmiş ise de genellikle davacı tarafın da asıl kamu borçlusunun da tacir olduğu hallerde görevli mahkemenin asliye hukuk mu yoksa asliye ticaret mi olduğu konusunda tereddüt yaşanmaktadır. Oysa bu tereddüte mahal yoktur. Yargıtay uygulamasına göre görevli mahkeme, taraflar tacir olsa da asliye hukuk mahkemesidir[1].
2.2. Asıl Amme Borçlusuna Husumet Yöneltilse Bile Görevli Mahkeme Asliye Hukuk
Bu davalarda asıl amme borçlusuna da husumet yöneltilmesi halinde asliye ticaret mahkemesinin görevli hale gelip gelmediği tereddütleri doğabilir. Üçüncü kişinin asıl kamu borçlusuna karşı da menfi tespit isteminde bulunmakta hukuki yararın mevcut olduğu kabul edilmektedir. Sadece asıl amme borçlusuna karşı menfi tespit davası açılıyorsa görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesidir[2]. Fakat hem amme borçlusuna hem de vergi dairesine karşı menfi tespit davası açılıyorsa bu durumda bile görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olacağı yönünde güncel Yargıtay kararları mevcuttur[3]. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Asıl amme borçlusu yönünden dava tefrik edilerek görevsizlik kararı verilmelidir. Dava şartları tarafların durumuna göre ayrı ayrı değerlendirilir.
3- Sosyal Güvenlik Kurumu Tarafından Gönderilen Haciz Bildirisinde İş Mahkemesinin Görevine İlişkin
Üçüncü kişiye gönderilen haciz bildirisinin temelini oluşturan asıl amme borçlusunun borcu Sosyal Güvenlik Kurumu’na olan borcundan kaynaklanıyor ise üçüncü kişi tarafından açılacak menfi tespit davasının İş Mahkemesi’nde açılması gerektiği yönünde hatalı bir izlenim mevcuttur. Oysa Yargıtay’ın yıllardır istikrar kazandırdığı uygulamasına göre bu davalarda 5510 sayılı Kanunun 101 inci maddesi uygulama alanı bulamaz. Davaya bakmakla görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir[4].
Sonuç Olarak
AATUHK madde 79 uyarınca vergi dairesi veya SGK tarafından üçüncü kişilere gönderilen haciz bildirilerine itiraz süresi 7 gündür. İtiraz süresi kaçırılmış ise üçüncü kişiye gönderilen haciz ihbarnamesinde belirtilen borç tutarı şeklen kesinleşir ve üçüncü kişi aleyhine ödeme emri düzenlenebilir hale gelir. Ödeme emri düzenlenip gönderilmese dahi haciz bildirisinin tebliğinden sonra (ödeme emri beklenmeden) bir yıl içerisinde menfi tespit davası açılabilir. Menfi tespit davasında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Davalı taraf ilgili amme alacaklısıdır. Davalı SGK olsa bile İş Mahkemesi değil Asliye Hukuk Mahkemesi görevlidir. Zira davanın kaynağı 5510 sayılı Kanun değil, 6183 sayılı Kanun olacaktır.
Daha fazla bilgi, hukuki danışmanlık ve sorularınız için Whatsapp hattımızdan veya mail yoluyla bizimle hemen iletişime geçebilirsiniz. 11.04.2022
[1] Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 03.06.2013 tarihli, 2013/6639 E. -2013/10244 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; “… Davacı banka, 6183 sayılı Kanunun 79. maddesi uyarınca işbu menfi tespit davasını açmıştır. … Anılan hüküm uyarınca süresinde itiraz etmeyen üçüncü kişi aynı maddenin 4. fıkrası uyarınca 1 yıl içinde genel mahkemelerde dava açabilir. Takip konusu yapılan alacak ticari bir işten ve bankacılık işleminden kaynaklanmadığından 6183 sayılı Kanunun 79. maddesi uyarınca Ticaret Mahkemeleri değil, Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir. Mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken görevsizlik kararı verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerekmiştir.”
[2] Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.12.2016 tarihli, 2016/1556 E. - 2016/9650 K. sayılı kararında: “Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve her ne kadar 6183 sayılı Kanun'un 79/4 maddesi gereğince açılacak menfi tespit davasının amme alacaklısı olan idareye yöneltilmesi gerekirse de işbu davada, davacının davalıya borçlu olmadığının tespitinin talep edilmesinde hukuki yararının bulunmasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.”
[3] Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 15.04.2019 tarihli, 2016/17934 E. - 2019/4730 K. sayılı kararında: “… 6100 sayılı HMK’nın ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile 01/07/2012 tarihinden itibaren açılan davalarda artık asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki işbölümü değil görev ilişkisi olup, somut olayda da dava bu tarihten sonra 06/05/2014 tarihinde 6183 sayılı Yasa'nın 79/4. maddesine dayanılarak açılmış bulunduğundan mahkemece dava şartı olan bu hususun resen dikkate alınarak görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde işin esası ile ilgili karar verilmesi doğru değildir.”
[4] Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 30.05.2016 tarihli, 2016/2191 E. - 2016/8807 K. sayılı kararında: “İş Mahkemeleri, 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş istisnai nitelikte özel mahkemeler olup, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 106’ncı maddesi ile mülga 1479 sayılı Kanunun 70’inci maddesinde ve 506 sayılı Kanunun 134. maddesinde, bu Kanunların uygulamasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde görüleceği, 5510 sayılı Kanun’un 101’inci maddesinde de, aksine hüküm bulunmayan hallerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği düzenlenmiştir.
Davaya konu uyuşmazlığın çözümünde, ne 506 sayılı Kanun, ne 1479 sayılı Kanun ne de 5510 sayılı Kanun’un uygulama yeri bulunmamaktadır. Bu durumda sözü edilen 101’inci madde hükümlerine göre sınırlı yetki ile donatılmış iş mahkemesi görevli değildir. Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde genel mahkemelerin görevli olduğu gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”